sevgili okuyucular, Kur'ân'ın temel hükmü gereğince, şu mutluluk dediğimiz şey acaba nedir? Bu nokta izah edilmeden, konunun bitmesi mümkün değildi. Allah'ın hedefi nedir? Bütün insanları mutlaka cennet saadetine ulaştırmak ve Allah'a ulaşmayı dilemek gibi son derece basit bir sebebe dayalı olarak bütün insanları kurtuluşa ulaştırmak: Sonsuz bir cennet hayatı. Aklını kullanmayı öğrenen herkes Allah'a ulaşmayı diler. Bunun sonucu cennet saadetinin sahibi olmaktır. Ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız gün cennet saadeti bütünüyle sizindir; altı sebepten dolayı geriye ne kalıyor. Dünya saadeti.
Dünya saadetinin de yarısı sizindir. Yarısı için ise henüz şeytanla çekişme halindesiniz. Ama ne zaman ihlâsa ve salâha ulaşırsanız, işte o zaman hepiniz dünya saadetinin de bütünüyle sahibi olursunuz.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim İslâm mutluluktur, diyor. Gerçekten mutluluk mudur, hadi gelin beraber bakalım.
12.1- ÜÇ ALEMDE MUTLULUK
Sevgili okuyucular, mutluluk üç boyuttan oluşur. İç aleminizde mutluluk, dış aleminizde (başka insanlar ile ilişkilerinizde mutluluk), Allah ile olan ilişkilerinizde mutluluk.
Birinci açıdan, üç aleminizde birden oluşması lâzım gelen bir hedef bu.
İkinci açıdan, son derece önemli bir tarafı var, kesintisiz olması lâzım. Yoksa mutlu değilsiniz.
Öyleyse neden insanlar mutsuz, neden mutlu, ne zaman mutlu olurlar?
Acaba neden insanlar başlangıçta hep mutsuzdur? İç alemlerinde mutsuzdurlar, dış alemlerinde mutsuzdurlar, Allah ile olan ilişkilerinde mutsuzdurlar. Neden? Çünkü nefsleri afetlerle dolu. Nefs ve ruh kavramlarına dikkat edin. Nefsiniz 19 tane afet taşır bünyesinde. Ruhunuz da 19 tane haslet taşır. Nefsinizde isyan, ruhunuzda itaat. Nefsinizde nefret, ruhunuzda sevgi. Nefsinizde cehalet, ruhunuzda, ilim...
12.2- İNSANLAR NEDEN MUTSUZDUR
Öyleyse ne olur, afetleri hepsinin karşılığı ruhunuzda pozitif olarak var. Öyleyse bütün negatifler nefsinizde, bütün pozitifler ruhunuzda toplanmıştır.
Eğer afetlerin istediği oluyorsa siz iç aleminizde mutsuzsunuz, dış aleminizde mutsuzsunuz, Allah ile olan ilişkilerinizde mutsuzsunuz.
Dünya saadetinin de yarısı sizindir. Yarısı için ise henüz şeytanla çekişme halindesiniz. Ama ne zaman ihlâsa ve salâha ulaşırsanız, işte o zaman hepiniz dünya saadetinin de bütünüyle sahibi olursunuz.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim İslâm mutluluktur, diyor. Gerçekten mutluluk mudur, hadi gelin beraber bakalım.
12.1- ÜÇ ALEMDE MUTLULUK
Sevgili okuyucular, mutluluk üç boyuttan oluşur. İç aleminizde mutluluk, dış aleminizde (başka insanlar ile ilişkilerinizde mutluluk), Allah ile olan ilişkilerinizde mutluluk.
Birinci açıdan, üç aleminizde birden oluşması lâzım gelen bir hedef bu.
İkinci açıdan, son derece önemli bir tarafı var, kesintisiz olması lâzım. Yoksa mutlu değilsiniz.
Öyleyse neden insanlar mutsuz, neden mutlu, ne zaman mutlu olurlar?
Acaba neden insanlar başlangıçta hep mutsuzdur? İç alemlerinde mutsuzdurlar, dış alemlerinde mutsuzdurlar, Allah ile olan ilişkilerinde mutsuzdurlar. Neden? Çünkü nefsleri afetlerle dolu. Nefs ve ruh kavramlarına dikkat edin. Nefsiniz 19 tane afet taşır bünyesinde. Ruhunuz da 19 tane haslet taşır. Nefsinizde isyan, ruhunuzda itaat. Nefsinizde nefret, ruhunuzda sevgi. Nefsinizde cehalet, ruhunuzda, ilim...
12.2- İNSANLAR NEDEN MUTSUZDUR
Öyleyse ne olur, afetleri hepsinin karşılığı ruhunuzda pozitif olarak var. Öyleyse bütün negatifler nefsinizde, bütün pozitifler ruhunuzda toplanmıştır.
Eğer afetlerin istediği oluyorsa siz iç aleminizde mutsuzsunuz, dış aleminizde mutsuzsunuz, Allah ile olan ilişkilerinizde mutsuzsunuz.
Neden mutsuzsunuz? Çünkü nefsinizde sadece afetler söz konusu olduğu için, nefsiniz (Allahû Tealâ'dan emir gelmişse), onların kesinlikle uygulanmamasını ister. Allah'ın emirlerini yapmamanızı ister. Allah neyi yasak etmişse onları da mutlaka işlemenizi ister. Şeytan ve nefsinizdeki afetler bir bütün oluştururlar. Şeytan, nefsinizin zaten negatif olan afetlerini daha da azdırıp, sizi devamlı günah işlemeye iten bir özelliğin sahibidir. Başarabilir mi? Çoğu zaman. Nasıl? Vücudunuzun kumandanı aklınızdır. Ama düşünün ki aklınız, Allah'ın bütün yasaklarının normal olarak işlendiği, Allah'ın emirlerinin ise hiç yerine getirilmediği bir alemde şuur kazanmıştır.
Olaylardan etkilenerek şekillenmiştir. Allahû Tealâ içkiyi mi haram etmiş, etrafınızda herkes içki içiyor. Allahû Tealâ kumarı mı haram etmiş? Herkes kumar oynuyor. Öyle bir ortamda iseniz, o zaman nefsinizin birçok talebine aklınızın yeşil ışık yaktığını göreceksiniz. Nefsinizin birçok talebini aklınız kabul edecek. Kabul ederse, o zaman sizin için o şerri, Allah'ın yasak ettiği fiili işlemeniz söz konusu olur. Çünkü aklınız onun işlenmesini uygun görmüştür. Sonuçta ruhunuz nefsinize azap edecek ve Allahû Tealâ da her işlediğiniz şerr sebebiyle, sizi azaplandıracaktır.
Sevgili okuyucular, bir insan nefsi ve ruhu itibarıyla iki ayrı cepheyi oluşturuyor. Nefs devamlı olarak aklınızdan Allah'ın emirlerinin işlenmemesini ister. Aklınız bunu kabul ettiği anda, Allah'ın bir emrini işlemezsiniz; yerine getirmezsiniz. Getirmediğiniz anda içinize bir huzursuzluk mutlaka çökecektir. Bu Allah'ın size verdiği ilk azaptır. Arkadan ruhunuz nefsinize azap edecektir. "Aklını kullanmayana azap ederim." diyor Allahû Tealâ. Aklınızı kullanmak için de Kur'ân-ı Kerim'i indirmiş, emirlerini koymuş. Yerine getirmiyorsunuz. Yerine getirmeyince mutlaka azabı tadacaksınız. Bu azap, huzursuzluk şeklinde tecelli eder, manevi bir azaptır. Azabı tattığınız zaman siz huzursuz bir insansınız. Allah'ın emrini yerine getirmiyorsunuz, iki ayrı azap yaşıyorsunuz. Birini Allahû Tealâ veriyor, birini ruhunuz veriyor. Niçin Allahû Tealâ ruha böyle bir yetki vermiş? Çünkü ruhunuz Allah'a ulaşmak için büyük bir arzunun sahibidir. Ama nefsiniz şerri işlediği sürece, ruhunuzun Allah'a ulaşması hiçbir şekilde mümkün değildir.
Öyleyse emanetin (ruhunuz), emanetin sahibi olan Allah'a ulaşması için, rehinenin (nefsiniz) değişmesi lâzım. Rehinenin, gök katlarının anahtarlarını eline geçirmesi lâzım. İşte nefsinizde afetler yok olmadıkça, ruhunuz gök katlarını çıkamaz. Nefsinizin mutlaka %7 afet kaybetmesi lâzım. Nefsinizin kalbinde %7 nur oluşması lâzım ki, rehine olan nefsiniz birinci gök katının anahtarını eline geçirsin de, ruhunuz zemin kattan birinci kata kadar yükselebilsin. Görevini yapmıyorsa, ruh Allah'a o kişi hayatta iken hiçbir zaman ulaşamayacak demektir. O zaman nefsinizin ruhunuz tarafından azaplandırılması söz konusudur. Çünkü aklını kullanmıyor kişi. Aklını kullanmamak, akıllı olmak veya akılsız olmakla alakalı değildir. Aklını kullanmamak, Kur'ân'ın hükümlerine uymamaktır; uyamamaktır.. Zülmanî ilimleri, yaşayan bir sürü profesör var: Transandantal meditasyon yapıyorlar, reenkarnasyona inanıyorlar, zülmanî ilimlerle meşguller. Sekiz tane uydudan dünyaya yayın yapıyorlar. Bütün dünyaya şeytanî ilimleri yayıyorlar. Bu ilimleri bütün insanlara yayıyorlar bu adamlar. Bu adamlar profesör titri almışlar. Akılsız olabilirler mi? Akıllılar ama, akıllarını nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar. Allah'ın indirdiği kitaplardan nasiplerini alamıyorlar. Öyleyse sevgili okuyucular olaya bakın. Allah'ın emrini yerine getirmiyorsunuz veya yasak ettiği bir fiili işliyorsunuz. Her ikisinde de kaybettiniz. Huzursuzluğu derhal yaşarsınız. Hem Allahû Tealâ yaşatır, hem de arkasından nefsinize ruhunuz azap eder. Bu birinci huzursuzluk sebebiniz.
İkincisi daha da üzücü ve devamlı bir konu: Nefsiniz mutlaka şerre alet olmanızı, Allah'ın söylediğini yapmamanızı ve Allah'ın yasak ettiği bütün fiilleri işlemenizi ister. Ruhunuzsa tam aksini, Allah'ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirmenizi, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlememenizi ister. İkisi de taleplerinden vazgeçmezler. Çünkü yapıları buna göre dizayn edilmiştir. Vazgeçmeyecekleri için aralarında devamlı bir kavga kaçınılmazdır. Nerede kavga varsa, nerede kaos varsa orada huzursuzluk vardır. İç dünyanızda bilmediğiniz sebepten dolayı sıkılırsınız. Arkasında bu kavga vardır. Nefsiniz ve ruhunuz devamlı bir kavganın, bir didişmenin, bir çekişmenin içindedirler. Sizi iç dünyanızda devamlı rahatsız eder. Bir savaş sürer iç dünyanızda. Nefsinizin ordularıyla, ruhunuzun orduları arasında. Devamlı huzursuzsunuz. Öyleyse Allah'ın emirlerini yapmıyorsunuz, huzursuzsunuz. Yasaklarını işliyorsunuz, bunun için gene huzursuzluk duyuyorsunuz, hem de iki defa huzursuzluk duyuyorsunuz. Üstelik de iç dünyanızda nefsinizle ruhunuz devamlı bir savaşın içerisinde. Nerede savaş varsa orada huzursuzluk vardır. Öyleyse mutsuz bir insan söz konusu.
Sevgili okuyucular, bir insan nefsi ve ruhu itibarıyla iki ayrı cepheyi oluşturuyor. Nefs devamlı olarak aklınızdan Allah'ın emirlerinin işlenmemesini ister. Aklınız bunu kabul ettiği anda, Allah'ın bir emrini işlemezsiniz; yerine getirmezsiniz. Getirmediğiniz anda içinize bir huzursuzluk mutlaka çökecektir. Bu Allah'ın size verdiği ilk azaptır. Arkadan ruhunuz nefsinize azap edecektir. "Aklını kullanmayana azap ederim." diyor Allahû Tealâ. Aklınızı kullanmak için de Kur'ân-ı Kerim'i indirmiş, emirlerini koymuş. Yerine getirmiyorsunuz. Yerine getirmeyince mutlaka azabı tadacaksınız. Bu azap, huzursuzluk şeklinde tecelli eder, manevi bir azaptır. Azabı tattığınız zaman siz huzursuz bir insansınız. Allah'ın emrini yerine getirmiyorsunuz, iki ayrı azap yaşıyorsunuz. Birini Allahû Tealâ veriyor, birini ruhunuz veriyor. Niçin Allahû Tealâ ruha böyle bir yetki vermiş? Çünkü ruhunuz Allah'a ulaşmak için büyük bir arzunun sahibidir. Ama nefsiniz şerri işlediği sürece, ruhunuzun Allah'a ulaşması hiçbir şekilde mümkün değildir.
Öyleyse emanetin (ruhunuz), emanetin sahibi olan Allah'a ulaşması için, rehinenin (nefsiniz) değişmesi lâzım. Rehinenin, gök katlarının anahtarlarını eline geçirmesi lâzım. İşte nefsinizde afetler yok olmadıkça, ruhunuz gök katlarını çıkamaz. Nefsinizin mutlaka %7 afet kaybetmesi lâzım. Nefsinizin kalbinde %7 nur oluşması lâzım ki, rehine olan nefsiniz birinci gök katının anahtarını eline geçirsin de, ruhunuz zemin kattan birinci kata kadar yükselebilsin. Görevini yapmıyorsa, ruh Allah'a o kişi hayatta iken hiçbir zaman ulaşamayacak demektir. O zaman nefsinizin ruhunuz tarafından azaplandırılması söz konusudur. Çünkü aklını kullanmıyor kişi. Aklını kullanmamak, akıllı olmak veya akılsız olmakla alakalı değildir. Aklını kullanmamak, Kur'ân'ın hükümlerine uymamaktır; uyamamaktır.. Zülmanî ilimleri, yaşayan bir sürü profesör var: Transandantal meditasyon yapıyorlar, reenkarnasyona inanıyorlar, zülmanî ilimlerle meşguller. Sekiz tane uydudan dünyaya yayın yapıyorlar. Bütün dünyaya şeytanî ilimleri yayıyorlar. Bu ilimleri bütün insanlara yayıyorlar bu adamlar. Bu adamlar profesör titri almışlar. Akılsız olabilirler mi? Akıllılar ama, akıllarını nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar. Allah'ın indirdiği kitaplardan nasiplerini alamıyorlar. Öyleyse sevgili okuyucular olaya bakın. Allah'ın emrini yerine getirmiyorsunuz veya yasak ettiği bir fiili işliyorsunuz. Her ikisinde de kaybettiniz. Huzursuzluğu derhal yaşarsınız. Hem Allahû Tealâ yaşatır, hem de arkasından nefsinize ruhunuz azap eder. Bu birinci huzursuzluk sebebiniz.
İkincisi daha da üzücü ve devamlı bir konu: Nefsiniz mutlaka şerre alet olmanızı, Allah'ın söylediğini yapmamanızı ve Allah'ın yasak ettiği bütün fiilleri işlemenizi ister. Ruhunuzsa tam aksini, Allah'ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirmenizi, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlememenizi ister. İkisi de taleplerinden vazgeçmezler. Çünkü yapıları buna göre dizayn edilmiştir. Vazgeçmeyecekleri için aralarında devamlı bir kavga kaçınılmazdır. Nerede kavga varsa, nerede kaos varsa orada huzursuzluk vardır. İç dünyanızda bilmediğiniz sebepten dolayı sıkılırsınız. Arkasında bu kavga vardır. Nefsiniz ve ruhunuz devamlı bir kavganın, bir didişmenin, bir çekişmenin içindedirler. Sizi iç dünyanızda devamlı rahatsız eder. Bir savaş sürer iç dünyanızda. Nefsinizin ordularıyla, ruhunuzun orduları arasında. Devamlı huzursuzsunuz. Öyleyse Allah'ın emirlerini yapmıyorsunuz, huzursuzsunuz. Yasaklarını işliyorsunuz, bunun için gene huzursuzluk duyuyorsunuz, hem de iki defa huzursuzluk duyuyorsunuz. Üstelik de iç dünyanızda nefsinizle ruhunuz devamlı bir savaşın içerisinde. Nerede savaş varsa orada huzursuzluk vardır. Öyleyse mutsuz bir insan söz konusu.

Yorumlar
Yorum Gönder